Irkçılık son dönemlerde sıkça gündeme gelen ve gelmeye de devam edecek olan bir terimdir. Ancak biz bu terimin daha çok insanların birbirine hakaret etmek için kullandığını veya düşünce ya da davranışlarını haklı çıkarmak adına adeta bir silah olarak kullandığını görüyoruz. Irkçılık üzerine konuşabilmek için önce ne olduğu ne nasıl ortaya çıktığı bilinmelidir.
Irkçılık Nedir?
Irkçılık genel olarak çeşitli insan ırkları arasındaki biyolojik farklılıkların kültürel veya bireysel meseleleri de tayin etmesi gerektiğine ve doğal sebeplerle bir ırkın (çoğunlukla kendi ırkının) diğerlerinden üstün olduğuna ve diğerlerine hükmetmeye hakkı olduğuna duyulan inanç veya bu değerleri kabul eden doktrindir. (Vikipedi)
Irkçılık Ne Zaman Başladı?
Irkçılığın Tarihsel Kökenleri ve Modernite İlişkisi
Irkçılığın kökenleri çok daha eskiye dayansa da, modern anlamda ırkçılığın ortaya çıkışı ve yaygınlaşması büyük ölçüde modernitenin doğuşuyla ilişkilendirilir. Modernite, Avrupa’da 16. yüzyıldan itibaren başlayan ve dünya genelinde büyük toplumsal, ekonomik ve düşünsel değişimlere yol açan bir dönemi ifade eder. Bu dönem, aynı zamanda ırkçılığın bilimsel bir temele oturtulmaya çalışıldığı ve küresel bir ideoloji haline geldiği bir zaman dilimidir.
Irkçılığın moderniteyle olan ilişkisini anlamak için, önce bu kavramın tarihsel kökenlerine göz atmak gerekir. Irkçılık, basitçe, bir insanın veya bir grubun, başka bir insana veya gruba karşı ırksal temellere dayanan bir üstünlük iddiasında bulunmasıdır. Ancak bu tanım, tarih boyunca çok farklı şekillerde karşımıza çıkmıştır. Antik Yunan’dan Ortaçağ’a, Yeni Dünya’nın keşfinden Aydınlanma dönemine kadar, ırkçılığın farklı biçimlerine tanık olunmuştur.
Antik Yunan’dan Modern Döneme: Irkçılığın Evrimi
Irkçılık, her ne kadar moderniteyle özdeşleştirilse de, kökenleri Antik Yunan’a kadar uzanır. Platon ve Aristoteles gibi Antik Yunan düşünürleri, toplumları hiyerarşik bir yapıya göre sınıflandırmış ve bu sınıflandırmada bazı grupları diğerlerinden üstün görmüşlerdir. Örneğin, Aristoteles, köleliği doğal bir durum olarak kabul etmiş ve bazı insanların doğuştan köle olmaya uygun olduğunu savunmuştur.
Platon’un en iyi devletinde üç kesim bulunmaktadır: yönetici sınıfı oluşturan bekçiler (birinci kesim) ile silahlı yardımcıları ya da savaşçılar (ikinci kesim) ve yönetilen sınıfı oluşturan işçiler (üçüncü kesim)( Yeniçırak, H. 2023). Platon’a göre, devletin birliğini korumanın en iyi yollarından biri yönetenlerin her zaman aynı soydan gelmesini sağlamaktır. Her ne zaman yöneticiler soysuzlaşmaya başlar, işte o zaman devlet çökmeye, çürümeye başlar. Tam da bu yüzden Platon, “bir sınıftan ötekine geçmek ya da karışmak, şehre karşı işlenmiş en büyük suçtur” demektedir (Akt: Popper, 2018, s. 74).
Ancak, modern anlamda ırkçılığın doğuşu, büyük ölçüde 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa’da başlayan Coğrafi Keşifler ve Yeni Dünya’nın keşfi ile ilişkilidir. Avrupalılar, Amerika kıtasını keşfettikten sonra, bu topraklarda yaşayan yerli halklarla karşılaştılar ve onları Avrupalı “üstün” medeniyetin bir parçası olarak görmediler. Yerli Amerikalılar, Avrupalıların gözünde “vahşi” ve “ilkel” olarak tanımlandı ve bu nedenle, onlara karşı uygulanan şiddet ve sömürgecilik politikaları meşrulaştırıldı.
Bilimsel Irkçılığın Yükselişi: Yeni Dünya ve Sömürgecilik
16’ıncı yüzyılın ortalarından itibaren, Avrupalılar, Amerika kıtasında koloniler kurmaya başladılar. Bu süreçte, yerli halkların büyük bir kısmı ya köleleştirildi ya da soykırıma uğradı. Aynı dönemde, Afrika’dan Amerika’ya köle ticareti de hız kazandı. Bu ticaret, milyonlarca Afrikalının zorla yerinden edilmesine ve köleleştirilmesine yol açtı. Köle ticareti, Avrupalı sömürgecilerin ekonomilerinde hayati bir rol oynadı ve bu süreçte ırkçılık ideolojisi, köleliği meşrulaştıran bir araç olarak kullanıldı.
Bu dönemde, ırkçılığın bilimsel temellere dayandırılması da yaygınlaşmaya başladı. 18. yüzyılın sonlarından itibaren, Avrupa’da bilimsel gelişmeler hız kazandı ve bu gelişmeler, ırkçılığın bilimsel bir temele oturtulması için kullanıldı. Bilim adamları, insanların biyolojik olarak farklı ırklara ayrıldığını ve bu ırklar arasında hiyerarşik bir üstünlük bulunduğunu savundular. Örneğin, Carl Linnaeus ve Johann Friedrich Blumenbach gibi bilim insanları, insanları farklı ırklara ayırarak, bu ırkların özelliklerini tanımlamaya çalıştılar. Bu sınıflandırmalar, Avrupalıların diğer ırklardan üstün olduğu fikrini desteklemek için kullanıldı.
Aydınlanma Felsefesi ve Irkçılığın Gelişimi
Aydınlanma dönemi, 18. yüzyılda Avrupa’da başlayan ve insan aklını, özgürlüğünü ve eşitliğini vurgulayan bir düşünce akımıdır. Bu dönemde, bilimsel ve felsefi çalışmalar büyük bir hızla gelişti. Ancak, Aydınlanma’nın özgürlük ve eşitlik vurgusu, ne yazık ki, tüm insanlar için geçerli kabul edilmedi. Aydınlanma filozofları, genellikle Avrupalı beyaz insanın üstünlüğünü savundular ve bu düşünceler, modern ırkçılığın temellerini oluşturdu.
John Locke, David Hume, Immanuel Kant gibi Aydınlanma filozofları, ırkçılık ideolojisinin felsefi temellerini atmışlardır. Locke, örneğin, Afrikalıların köleleştirilmesini doğal bir durum olarak görmüş ve köleliğin meşruluğunu savunmuştur. Kant ise, beyaz Avrupalı insanın diğer ırklardan üstün olduğunu iddia etmiştir. Bu düşünceler, Aydınlanma’nın evrensellik iddiasını zedeleyen ve modern ırkçılığın ideolojik temellerini güçlendiren önemli argümanlar olmuştur.
Kapitalizm ve Irkçılık: Ekonomik Çıkarlar ve Ayrımcılık
Modern ırkçılığın gelişiminde ekonomik çıkarlar da büyük bir rol oynamıştır. 16. yüzyıldan itibaren, kapitalizm Avrupa’da hızla gelişmeye başladı ve bu süreçte, köle emeği, kapitalist üretim sisteminin temel taşlarından biri haline geldi. Avrupalı sömürgeciler, köleleştirdikleri Afrikalıları, tarım plantasyonlarında ve madenlerde çalıştırarak büyük kârlar elde ettiler. Bu süreçte, ırkçılık ideolojisi, köleliği ve sömürgeciliği meşrulaştırmak için kullanılan bir araç haline geldi.
Kapitalizmin gelişimiyle birlikte, ırkçılık da yaygınlaştı ve derinleşti. Kapitalist sistemin genişlemesi, daha fazla iş gücüne ve hammaddeye ihtiyaç duyulmasına neden oldu. Bu ihtiyaç, Avrupalıların Afrika, Asya ve Amerika’da daha fazla toprak fethetme ve daha fazla insanı köleleştirme çabalarını artırdı. Bu süreçte, ırkçılık, kapitalizmin genişlemesine paralel olarak gelişti ve bu iki olgu, birbirini besleyen bir döngü oluşturdu.
Sonuç ve Değerlendirme
Irkçılık düşüncesi Antik Yunan döneminde görülmeye başlayan, farklı bölgelerde ve toplumlarda farklı şekillerde ortaya çıkan bir düşünce akımıdır. Antik Yunan’da ortaya çıkmaya başlayan bir takım düşünceler Orta Çağ ve sonrası Avrupalı felsefeci ve yazarları etkilemiştir. Ancak bu gün bildiğimiz anlamda ırkçılık; Avrupalılar tarafından Coğrafi Keşifler sonucunda Amerikan Yerlilerine ve Afrikalılara yapılan soykırımları ve köleleştirmeleri meşrulaştırabilmek için yaratılmış bir ideoloji veya fikir akımıdır.
Günümüzde ırkçılık belirli grupların düşünce ve eylemlerini meşrulaştırabilmek için kullandıkları bir yaftaya dönüşmektedir ve bu tehlikelidir. Irkçılığın öne çıkan özellikleri; doğal sebeplerle bir ırkın (çoğunlukla kendi ırkının) diğerlerinden üstün olduğuna ve diğerlerine hükmetmeye hakkı olduğuna duyulan inançtır.
Bu noktada da ayrımın doğru yapılması gerekmektedir. Bir halkın, ülkedeki farklı bir etnik grubun bulunduğu ülke içerisinde yeni bir ülke kurma isteği, bulunduğu ülkenin kanunlarına uymayarak ayrıcalık istemesi veya ülkesinde yaşanan kontrolsüz göçler sonucunda toplum yapısının bozulmasından endişelenerek bu duruma tepki göstermesi ırkçılık değil ancak vatanseverlik, egemenlik savunuculuğu ve milliyetçiliktir.
Kaynakça:
Popper, K. R. (2018). Açık toplum ve düşmanları (6. Baskı). (M. Tuncay ve H. Rızatepe, Çev.). Liberte Yayınları.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Irk%C3%A7%C4%B1l%C4%B1k
Bilginin herkes için ücretsiz ve ulaşılabilir olmasını hedefleyerek gündelik hayattaki sorulardan bilimsel konulara kadar her konuda yazılar yazıyor.